25 Temmuz 2016 Pazartesi
Olduğu gibi, olduğu kadar
Bir hayat var dışarıda patika yollardan masmavi bir deniz üzerine yemyeşil ormanların arasında. Bir yolculuk var sekiz köyden geçip dokuzuncu köyden kovulacağım bir yolculuk. Bir burukluk var içimde. Kurduğum düşlerden düşerken tek tek parçalı bulutların üzerinden yine de seninle uyuyup seninle uyanasım var perili ormanın büyüsüne kaptırmadan seni.
Bir hayalim var usulca tutunup kirpiklerine gözlerinden ayırasım kavuşasım var ellerine. Bak bu bizim dünyamız diyesim. Sımsıkı sarılırken hayaline güldüğün yerden öpesim var.
Ellerine kelepçe geçerken çingene çiçekçisinin uzatacağı bir demet papatyayı panjurlu evimizin camındaki kırık saksıya bırakasım var. Gelince çatı katındaki güvercinlerin kanat sesleri dumanı tüter semaverdeki çayın. Gece olunca demleniriz seninle, iki bardakta tek taraflı. Bilirim tadı başka olur her şeyin çıkınca yanaktaki gamzelerin. Belki her şeyi değiştirmeye yetmez gülümsemenin kudreti. Yine de gülümse sonsuzluğu vaat eder gibi kaybolayım gülümsemenin manalarında.. Dün, bugün ve yarın iyi ki varsın.
Sadık Çağatay
18 Temmuz 2016 Pazartesi
Demokrasi Zaferi
15 Temmuz Cuma
Hepimiz haftanın son günü olan Cuma sabahına kafamızda günlük planlarla uyandık. Aklımda akşam abime playstation da fifa dersi vermek vardı mesela benim. Mesai bitse de eve gitsek diye saat değil dakika saniye sayıyordum. Planlarla uyandık dedim ya.. Bilemedim.. Bazılar kansızların ihanet planları yaptığını... Akşam olup evlerimize girdiğimizde bizlere o kansız hainlerin planları vurdu.. Darbe girişimleri.. Allah'ın izniyle bu planları da boşa çıktı.. Allah'ın izniyle zalimlerin yüzü gülmedi. O günden beri bazı kesimimizin rahatsızlığı gözüme çarpmakta.
Bugün bir yazıya denk geldim. Türk milletini bir kez daha küçümseyen, dini inançlarını fikirlerini hafife alan sözde aydın elitist bir kalemden çıkma yazıydı. Yaşadığın insanları eleştirebilirsin, ben kendi ailemi bile eleştiriyorsam tabi ki çevremdekileri de eleştiririm. Ne zaman ki eleştiri insanların, inançlarını hor görmeye, aşağılamaya başlarsa o zaman orada bir yanlışlık var demektir. Yazı sahibi dramatik asker er ve erbaş demagojisi yaptıktan sonra şöyle bir ifade kullanmış.
"bu çocukların tatbikat yalanıyla şehirlere salındığı, halk ile karşı karşıya getirildiği bir sözde darbeyi bastırdığını düşünüyorsun. Almışsın eline bayrağını, kornalarla zafer turu atıyorsun. Sanıyorsun ki senin iman gücün durdurdu o tankı, topu, tüfeği. Hiç yanı başında G3 ateşledi mi biri, ya da tank topu ateşlendi mi bilmiyorum ama, bırak o imanı, osuruğu düğümlenir adamın. O çocuklar darbe için orada olduklarını bilmeden, ne yaptıklarını bilmeden indi o meydanlara. Korumak için ant içtiği, gerekirse korkusuzca ölüme gittiği bu vatanın insanına mermi sıkamayacağı için de teslim oldu işin rengi ortaya çıkınca."
Bırak o imanı, osuruğu düğümlenirmiş adamın. Evet kardeşim, eğer senin imanında zayıflık varsa osuruğun titrer. Sen de vatan millet sevgisi zayıfsa senin osuruğun titrer. Mermi sıkamayacağı dediği asker mermi sıkıp köprüde sivillerin canını alan asker. Darbe için orada olduklarını bilmediği dediği asker köprü de TSK yönetime el koydu herkes evine gitsin diyen asker. Sosyal medyayı takip eden herkes bunları zaten gördü. Algıda seçici olmayalım yeter. Yanı başına G-3 ateşlendi mi derken, F-16 lar alçak uçuşla tepemizde göğü yararken bu millet silahsız meydanlardaydı. Sözde darbe deyip hafife aldığını mevzu küçümsediğiniz mevzuda gelin söylemediğiniz hislerinize tercüman olayım.
Hazmedemiyorsunuz. Birbirine bu kadar zıt fikirlerde olan insanların söz konusu "iradelerine müdahale" olduğunda nasıl bir bütün olduklarını hazmedemiyorsunuz. Hataları olmasına rağmen büyük eleştirilerin hedefinde olmasına rağmen Cumhurbaşkanı ve hükumetin çağrısına anında cevap vermelerini hazmedemiyorsunuz. İtiraf edin darbenin başarılı olmasını istediniz. Baştan kurtulmak için hep bunu çare bellediniz. Fırsat bu fırsat dediniz. Her fırsatta nutuk attığınız demokrasi hak ve özgürlükleri hiçe saydınız. Hesap etmeyi unuttunuz. Söz konusu irade olduğunda alevinin-sünninin-türkün-kürdün nasıl bir bütün olabileceğini hesap edemediniz. Kaybedenlerin safında yer almayı tercih ettiniz. Kaybettiniz. Kudurdunuz.
Demokrasiyi, milli iradesini eleştirse de liderini koruyan bu milleti salyasını akıtarak saldıran köpeklere benzetecek kadar izansız oldunuz. Polise molotof atılırken bizim polisimiz demediniz. İradeyi hedef alan darbeci askeri bizim askerimiz diye sahiplendiniz. Samimiyetsizlik de markalaştınız. Suçlu kim diye aydın aklınızca hedef göstermeye kalktınız. Toplumun tepkilerini anlamak için görünen olay değil nedenlerine arkasına büyük pencereden bakmak gerekir.
Biz Türkler duygusal bir milletiz doğru. Toplumumuzun çoğu ferdi kendini ifade etmekte başarısız doğru. Ama Türk toplumu asla ama asla hatalarından ders almayan aptal bir millet değil. Liderini yalnız bırakmanın bedelini 100 sene önce istiklal mücadelesi vererek ödeyen bir millet. Ecdanın torunları belki de 100 sene sonra yeniden ayaklarına gelen fırsatı bu sefer kaçırmadı ve eleştirmelerine rağmen liderlerini koruyarak millet olarak asla bölünmeyeceğini tüm dünyaya gösterdi. Vermek istediğimiz mesaj çok açık. Kendi liderimizi kendimiz eleştirebiliriz. Esaret bizim ruhumuzda yok. Bize dayatmalarda bulunmaya kalkanlara bir bütün olarak cevap vermeyi bilecek kadar da olgunlaşmış bir milletiz.Siz bunu anlamak istemiyorsunuz çünkü işinize gelmiyor. İnsanları aşağılamaktan nemalanan grup yeri gelir ağaç için eylem çığırtkanlığı yaparken yeri gelir darbe için susmayı tercih eder.
Asla anlamadığınız bir olayda sokağa dökülen insanlar tankı tekmeyle sopayla durduramayacağının zaten farkındaydı. Müslümanlar için şehadet şerbeti bu dünyadaki en büyük nimettir. Bu fırsat çıktığında hiç bir zaman geri durmadığımız için bugün bu hazımsızlığı içinde çırpınıyorsunuz. Aşağılayarak kendinizi yüceltecek kadar aciz düşünceler içindesiniz. Mesele silahla tankın önünde dikilmek değil, yürekteki imanla tankın önüne siper olup şehit olabilmekte. Ölüm her canlı için kaçınılmaz. Yeter ki adam gibi ölelim bunu başaralım.
Milli iradenin yanında duran sağcı,solcu,liberal,ülkücü,Türk,Kürt,alevi,sünni tüm Türkiye Cumhuriyetinin korku bilmez vatandaşları. Allah hepinizden razı olsun. Hürriyetimizin düşmanlarını verdiğimiz mesaj olabildiğimiz sağlayabildiğimiz bütünlük bizler için hayırlı yarınlara vesile olacaktır Allah'ın izniyle.
Suçlu kim diye soranlara son sözüm. Hatalar biz insanlar için var. Kim olursak olalım hata yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Her hatanın telafisi vardır. Ama kendi insanını vatandaşını milletini düşüncelerini fikirlerini aşağılayarak ihanet etmenin affı yoktur. Siz her fırsatta arkadan vurmaya yer aramıyor olsaydınız bugün dışarıdan destekli saldırıları hazırlamadan önce binlerce kez düşünmek zorunda kalırlardı.
Kulun bir hesabı varsa Allah'ında bir hesabı var ve şüphesiz ki
“Lâ gâlibe illallah”
Sadık Çağatay
17 Temmuz 2016 Pazar
Kupa Kızı

sonu baştan belli olan hikayelerin genel tanımlamasının adı kupa kızı ve sinek valesi..kimileri kupa kızıyken kimileri sadece sinek 2'dir, haddini bilir ve uzak durur kupa kızından. bilir onun hayatına uyum sağlayamayacağını, savrulacağını. en iyisi yol yakınden geri çekilmektir, tabi eğer yol yakınsa.
masam cam kenarı değil, ama uzak da değil. camdan içeri koyu sarı bir ışık süzüldü birdenbire. ansızın batmaya karar veren güneş haydi bana eyvallah dedi ve çam ağaçlarının arasından kayboldu gitti. kulağımda canon in D Major çalıyordu ve ben şehir ışıklarının ne kadar besleyici olduğunu düşünüyordum. ıslak caddeyi çiğneyen tekerlek sesi, gözümü sıra sıra alan ışıklar, işte benim güzel gecemin akşamı…tek başınalığın verdiği huzura alışmış bireyler için böyle güzel bir gecede başladı hikaye. ben romantik olsun diye Karaköy'de indim otobüsten. Eminönü'ne yürüyerek gitmenin kendimi şair gibi hissettireceğini biliyordum. hayatımın aşkını aramak için daha şahane bir ambiyans düşünülemezdi. kurguladığım tüm ortamlar gibi bunu da dışarıdan gözlemliyordum. gibi olmak için gibisinden bir ambiyans. balık tutan yoktu gecenin o saatinde. tramvay geçti sonra yanımdan o kadar aydınlık. kahverengi saçları o sırada savruldu yüzüme o kadar uzaktan, o kadar uzunlardı ki. sarktı sarkacak, tuttum tutuyorum derken dokundum ona. boş boş baktı kahverengi gözlerden akmış rimelle kalem bana. o boşluk benim içimi öyle bir doldurmuştu ki. gel dedim. ağladığını anlamak için dokunmak lazımdı. insan hiç o kadar mağrur ağlar mıydı. akan gözyaşı değildi belli. yarası kanıyordu. konuşmadı. ağlamadı da sonra. yürüdü benimle. işte büyük aşk böyle başlayacaktı. bir içindeydim o anın bir dışında. bir dokundum ona, bir dokunmayı düşledim. farlar hala alıyordu gözümü, cadde hala ıslaktı. saçları da ıslaktı ve de kahverengi. o kadar çok bıraktım ki kendimi. o hala mağrur olmasaydı belki de o anların hiçbirine dışarıdan bakamayacak, salisesine kadar hissedecektim.uyumadım sonra. baygın düştüm. yorucuydu o kadar derinden hissetmek tam olmasa bile. ayıldım. hala yağmur yağıyordu. gidişini görebilmek için pencereden baktım. buğusunu gördüm.
“hoşçakal”
13 Temmuz 2016 Çarşamba
Ankara
Ankara Türkiye'nin bir ili aynı zaman
da başkenti. Siyasetin kalbinin attığı yer. 10 bin yıllık tarihi ile varlığı Eski Taş
Çağı’na kadar uzanmaktadır. Bu zaman dilimi için de bir çok devletin egemenliği
altında yer almıştır. Bize tanıdık olarak ise Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu ve şimdi
Türkiye Cumhuriyetinin kontrolü altında oluşudur. Özellik de 1919’dan itibaren
Ankara yeni dünya düzeni için ve bir imparatorluğun ömrü üzerinde etkili olacak
kararların alındığı şehir olarak tarihte
yerini almıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Mustafa
Kemal’in Ankarayı direniş bölgesi olarak ilan etmesi ve Ankara hükumetini
kurması İstanbul-Ankara rekabetinin de başlangıcı Kabul edilebilir. Zira
İstanbul ve Ankara hükumetleri arasındaki olaylar sonucu bir ülke başlı başına
şekil değiştirip günümüz halini almıştır.
Ankara’ya gidecekseniz eğer durum biraz farklı şekillenir. Kafanızda soru işaretleri vardır. Ankara mı? Ankara’da yaşanır mı? Bırakın yaşamayı Ankara’da neresi gezilir ki?
Bu yazının amacı biraz da Ankara’ya
karşı olan bu ön-yargıyı bir İstanbul
Beyzadesi olarak kırmaktır J Ankara’da sadece 48 saat geçirdim. Tamamen dışarıdan bir göz
olarak ön-yargıyı bıraktım ve gezerek kendim öğrenmeye çalıştım.
Ankara’ya giriş tabelasını gördüğünüz
andan itibaren. Nasıl olduğunu anlayamadığını bir şekilde Ankara havasına
anında ayak uyduruyorsunuz. Şehrin girişin de sizleri karşılayan,ilk başta anlamsız gelmesine rağmen Ankara Giriş
Kapıları simge olarak değerlendirilirlerse şehre farklı
bir hava katmış diyebilirim.Tabi ki bu üçüncü bir gözün yorumudur.
Şehirde yaşayan insanlarla sohbet etme şansım bulup mimarileri sorduğumda, benimle pek aynı fikirde olduklarını söyleyemem.
Trafik.. Eğer İstanbul’da trafikle mücadele eden
bir bireyseniz Ankara’da dikkatinizi çekecek ilk şey 4 şeritli yollar
olacaktır. İtiraf etmek gerekirse bu gerçekten kıskanılacak bir nimet. Ama
anlamsız bir 80 km kuralı ile 4 şeritli yol sizin için ağır ağır ilerleyen bir
trafik haline geliyor. Bu tabi ki Ankara'nın kusuru değil.Milletçe anlamsız işleri seviyoruz maalesef.
ULUS
Açıkçası Ankara hakkında çok fazla bir bilgim yoktu ve kulak dolgunluğu olarak
Ulus’semtinin Ankara için önemli bir meydan olduğunu biliyordum. Sanırım
arkadaşım için de böyle olmuş olacak ki konaklamak için Ulus’tan bir otel
seçmişti. Ulus'a vardığınız da dikkatinizi çekecek bir anda onlarca şey
bulabilirsiniz. Dikkat edin, eğer Ulus meydanına araçla çıkacaksanız bir anda
inanılmaz trafik keşmekeşinin içine düşeceksiniz demektir. Acemiyseniz geçmiş olsun.. Kaza
geçirmeniz muhtemeldir. Ulus meydanında sizleri Mustafa Kemal heykeli ,Spor
Genel Müdürlüğü,Cumhuriyet Müzesi,Türkiye İş Bankası ve Ziraat Bankası binaları sizleri karşılayacaktır. Eğer bilinçli bir ziyaretçiyseniz görüşünüz ne
olursa olsun karşınızda duranın bir tarih olduğunu bilirsiniz. Tanıyanlar bilir. Eski yapıtlara tarihi binalara hayranlığımı gizlemem.Ankara hükumetinin merkezi olan ilk TBMM binası da zarafetiyle karşımdaydı.
Ulus meydanından ayrılıp arka
sokaklarına indiğiniz an bir İstanbullu olarak ve tahmin ediyorum ki İstanbul'u bilenlerde hak verecektir aklıma Laleli,Aksaray,Karaköy gibi
otellerin genellikle konaklamak değil de fuhuş için kullanıldığı semtler geldi
hemen. Çevredeki bir kaç esnaftan araç parkı için fikir aldık. Gelen cevaplardan bazıları;
“Burası pek tekin
bir semt değil arabanızı sokmazsanız daha iyi olur”
“Buraya araç park etmeyin, gece kaldırırlar”
“Buraya araç park etmeyin, gece kaldırırlar”
"Yani, Allah'a emanet deyip park edebilirsiniz tabi."
Biraz da abartmayı seviyoruz milletçe. Hele de yabancı olduğunu anlamayalım. Bizde komşu komşuyu gurbette öpmeyi çok sever.
Otele yerleşip sahibiyle biraz ayak üstü lafladık. Ankara değişik bir yer kendine has geliştirdikleri lugatları var.Sahibin otel çevrisini tarif edişi şu şekilde;
“Ulus söylendiği gibi tekin değil. Yan
sıra pavyonlar ve oteller. Ama valla biz de şaşkınız iki aydır hiçbir olay yok.
Zaten bizim otel de sakindir. Genel de çalışanlar gelir kalır öyle uçuş pek
olmaz.”
Uçuş mu ?
Uçuş Ankaralılar arasında fuhuş demekmiş.Kendilerine has pavyon kültürleri var.. Daha önce gelip gidenlerden kulak dolgunluğu vardı ama pavyon hadisesinin Ankara bir kültür olduğu aşikar. Ulus
meydanın bir üst sokağında devlet daireleri yer almışken iki sokak aşağısı
pavyon ve fuhuş yerleri oluşu bu işin gayet legal bir şekilde işlediğinin
göstergesi.Akşam köşe başlarında görebileceğiniz kalın bacaklı performans işçilerine de dikkat etmek gerek.Eğer ulusta bir otel de kalacaksanız
muhtemelen uyumanız pek kolay olmayacak.Gerek etraftaki pavyonlardan gelen
yüksek sesli müzik gerekse yan odanızdan gelen nahoş sesler size bir süre "neredeyim?" "neler oluyor?" gibi iç dünyanızla derin çatışmaya götürecek
sorular ile baş başa bırakabilir.
Buradan aile reislerine sesleniyorum ailece falan gidecekseniz aman diyelim ulustan uzak durun.
Karnımı doyurmak için tekrar dışarı çıkıp bir kaç yere bakındım.
Ankara'nın kendine has bir yemeğinin olmayışı da bir eksiklik. 10 bin yıllık tarihin kendine has yemeği yok yahu. Havası da bir değişken. Dört dağın ortasına kurulmuş şehrin havası öğleden önce sıcak ve
güneşliyken akşam yerini serin ve şiddetli yağmura bıraktı.
Şehri araçsız yürüyerek gezmek detaylarda yaşayan insanlar için büyük avantaj. Çünkü kaçırma payınız çok az.Ulus,Kızılay ve Tunalı,Ankara’da
gezilebilecek oturup çay içilebilecek üç farklı mekan. En büyük avantaj da
hepsinin birbirine yakın oluşu. Ulustan Kızılay'a doğru bıraktım kendimi. Yine
de temkinli olmak için otobüs durağında bekleyen vatandaşlardan birine Kızılay'a
bu taraftan mı diye sordum. O an gerçekten de Ankara insanın tabiri caizse ne
derece andaval olduğunu anladım. Orta
yaşlarda takım elbiseli muhtemelen de memur olduğunu düşündüğüm adam soruyu
doğrudan kendisine sorduğum halde cevap vermeyip yüzüme bakıp sakızını
çiğneme devam etti. İşin enteresanı bir adamın karşısında bir kişinin dikkatlice ona bakmasına rağmen durakta soruyu işiten diğer vatandaşlar da
cevap vermedi. Çaresiz gülüp yürümeye devam ettim. Bilenler bilir Odunluk bu şehir insanlarına fazla yakışıyor :)
Eğer
Ulustan Kızılay'a doğru yürüyorsanız sağ tarafınız da Anıtkabir'i onun biraz
çaprazında da 19 Mayıs stadyumunu görmeniz mümkün. Yürüdünüz yol boyunca neredeyse on adımda bir kulağınız aşina olduğu devlet kurumlarının binalarına
denk gelebilirsiniz. TİKA gibi. Eğer Ankara sokaklarına alışkın değilseniz
yürürken çevrenizdekilere dikkatli bakın. Birbirine omuz atmak için
yürüyen buna kilitli başka bir memleket insanı görmedim henüz. Sadece erkekler için
geçerli değil üstelik. Hanımlar bile doğrudan omuz atmaya yönelik bir yürüyüş
tarzı benimsemiş. Odunluk bu şehirde nesilden nesile, cinsiyet ayırt etmeden geçiyor. Benim dikkatimi çeken bir başka hususta. Doğrudan göz teması kurulan bir memleket.
Yalnız dikkatli olun burada kimse gözlerini kaçırmıyor J
Kızılay meydanı size Hitit güneşi
heykeliyle karşılayacak. Ulustan geldiğiniz için bu heykelin oradan karşıya
geçmeniz gerekli. İşte tam burada size yine hayrete düşürecek bir olayla
karşılaşacaksınız. Karşıya geçmeniz için gereken cadde üzerinde trafik ışığı
yok aslında gerek yok çünkü hemen 1 metre solunuzda üst geçit var. Ama o üst
geçidi kullanan hiç bir kimse yok. Buna
ben de dahilim.Peki nasıl karşıya geçiyorlar?
Önce her iki tarafta da bir müddet
insanlar birleşiyor. Muhtemelen içlerinden 1 dakika kadar sayıp daha sonrasında
gelen arabaları umursamayıp kendilerine yola bırakıyorlar. Tam bu anda seyir
halinde ki arabaların durduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Yola atlamak bir atarsa arabayı yola atlayanın üzerine sürmekte bir atar. Odunluk bu şehirde baki.
Kızılay meydanını bir baştan diğer başa
kadar yürüdüm. Kızılay’a örnek verebileceğim İstanbul semtleri Bakırköy veya
Kadıköy olur. Cadde boyunca tanıdığım sadece iki mağaza ismi gördüm. Açıkçası
memur şehrinde doğal kalmış mağaza isimleri görmek güzel bir ayrıntı. Bunlardan
bir tanesi Güncel giyim mağazası. İsmi Güncel ama ürünleri dışarıdan bayan giyim üzerine pek bir alaturkaydı.Biraz yukarı çıkınca Kızılay avm karşınızda.
İstanbul’da avmden kusmuş biri olarak burada da avm görmek... Eğer bir şehrin siluetine sıçmak istiyorsanız avm yapın. Kahrolsun bazı şeyler.
Yargıtay binasının önünden taksi ile Ankara'nın merkezi yerlerinden biri olarak adlandırılan Tunalı’ya gittim. Bir şehrin nabzını
ölçebileceğiniz kişiler taksi sürücüleridir. Taksiciyle biraz sohbet ettik. Taksicinin söylediği
Ankara da fazla görülecek bir yer olmadığı. Tabi konu elbette de siyasete de
geldi. Bunun onun dışında Ankara’da bir çok kişiden daha duydum. Nasıl oluyor
da mevcut başkan 25 senedir koltukta kimse cevap veremiyor.
Tunalı’ya giderken büyük elçilikler
beliriyor sol tarafınızda. Dipnot,Büyük elçiliklerin sadece başkentte olur. Konsolosluklarla karıştırılmasın.Amerikan büyük elçiliği gönderine
çektiği koca bayrakla mide bulandırsa da hemen yukarıda yeni meclis binası bu
milletin umut sebebidir...
Tunalı gerçekten de diğer iki meydana
göre daha elit. Şunu söylemek gerekirse şehir oldukça hareketli. Üç meydan da
farklı saat aralıklarıyla bulunmuş olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Ankara’da sanılanın aksine hayat var.. Tunalıya indiğiniz an karşınızda starbucks. Starbuck = apple+white mocha. Bizdeki Starbucks havası Starbucks merkez binasını
barındıran Seattle Washington’da yoktur.
Unutamadığım olaylardan biride Porsche marka bir araca sahip gencin, yolu popüler kültürün pop müzik alanında performansını icra eden Demet A. ile inletmesi yüksek dozda hayal kırıklığı içerikliydi. İbret alın zevk sahibi olmak parayla satın
alınamayacak kadar büyük bir lüks.
Özetlemek gerekirse.Ankara mutlaka görülmeli.Bazı odunlara rağmen Ankara ön yargısı kırılmalı.
Ankara yaşanacak kadar güzel bir şehir.Devletin kalbinin olduğu, devlet kurumlarının peşi sıra
dizildiği,bir bütün olarak milletin saygı
duyması gereken şehir Ankara.Sadece her şey gibi Ankara'nın emeğe Ankaralının da sabra ihtiyacı var. Her köşe başına fişkiye ile bir şehri kalkındırmak sadece hülya olur. Ankara bugün dünyanın en güzel başkentlerinden biri
olmaya hazır. Ama bu haliyle fişkiye başkentinden öteye gidemez.
Not: Bu sınırlar içerisin de hatta Dünya üzerinde İstanbul’dan daha güzel bir şehir yok.
İstanbul bir dünya şehridir. (Tem
yoluna çıkana kadar J )
Sadık Çağatay
11 Temmuz 2016 Pazartesi
" Asırlık Sorunsal Kadın Erkek Eşitsizliği"
Kadın ve Erkek eşit midir? Mevzu fazlasıyla derin. Soru karmaşık değil, oldukça açık
ve net. Peki ya cevap yeterince açık mı? Uğrunda akademik çalışmalar yapılmış,
yeni düşünce akımları geliştirilmiş bu konuda cevabı bilimsel olmayan sadece şahsımın gözlemleri ile ölçüp, tartarak satırlara dökmek istedim. Bana göre bu sorunun, cevabı yeteri kadar açık. Tabi ki eşit
değiller. Sakin olun beyler, kadınlar erkeklerden üstün.
Hiç, “hadi oradan, olur mu öyle şey?” falan demeyin gayet de olmuş. Klişelere girmek istemiyorum ama en gerçekçi klişe de kadının öğretici olduğu. Bu yüzdendir ki annelik kadınlara verilmiş, cennet ayaklarının altına serilmiştir. Sadece bu argüman bile yeterli ama biz olaya biraz daha güncel bakalım. Genel geçer kabul edilir bu klişeden sonra, kendi pencereme geçeyim ve madde madde sıralamaya çalışayım.
* Kadın Apple ürünü Macintosh gibi karmaşık geldiği halde,
alıştıktan sonrası gayet pratik ve performanslı. Erkek ise Microsoft ürünleri
gibi basit, kullanışsız ve verimsizdir. Teknoloji ile yakından ilgilenenler
varsa, microsoft’un yazılımlarında Apple’ın kendi ürünü olan Mac Os yazılımlarına
kayışlarına dikkat edebiliriz. Bu tam
olarak, moda adı altında erkeklerin
kadınlaşmasına da bir örnek teşkil etmekte. Gerek kendilerini örnek aldırma gerekse de yönlendirmede ki başarıları nedeniyle kadınların üstünlüklerine bir çentik atıyorum.
* Doğumsal bir
hastalık olmadığını varsayarsak kadın ve erkek aynı beyine sahip olarak dünyaya
gelirler. Kadınlar, özellikle 30 yaş üzerinden sonra kesin kesin beynini
kullanan canlılar olmasına rağmen, erkekler de beyin kullanma durumu yaşa göre
değişmeyip bazen hiç bazense prostat hastalığı sonrasında beyin kullanımı
olarak görülmektedir. Buna bağlı olarak
bazı sonuçlar elde edilmiştir. Kadınların ikna edicilikteki üstünlükleri, istediklerini
daha rahat yaptırmaları ve akıl oyunları ile anlamak istemedikleri konuları
kolayca savuşturup, konuları birbirine katıp sonunda her zaman (duruma göre
kendilerince) haklı çıkmaları ve bunu kabul ettirmeleri en temel sonuçlar
olarak göze çarpmakta.Yani Cem Yılmaz'ın dediği gibi kadın insanın üst modelidir. Bu kadar özelliği sayıp bir üstünlük çentiği daha
atmamak haksızlık olur.
* Dünya, kadınların etrafında dönerken erkekler kadınların
etrafında dönmeyi tercih etmekte. Öyle ki sıçma denilse, üç gün tuvalete
gitmeyecek erkekler var. Kabızlık bazı erkekler için şans anlayacağınız. Aşağı yukarı hepimiz sosyal medyanın bir köşesindeyiz ve olaylara daha yakından tanık
olmaktayız. Ben bizzat şahit olduğum birkaç olaydan örnek vereyim.
Toplum olarak kolay bir ülkenin vatandaşları değiliz. Herkesin,
herkese doğrudan karıştığı hayatına müdahalede bulunduğu bir ülkedeyiz. İkiye
ayrılıyoruz her şeye karışıp yargılayanlar ve buna müsaade edip yargılananlar. Mesela
birey dünyaya geliş sebebini yemek yeme olarak görebilir. Onun iyiliğini
düşünen yakınları değilseniz buna pek de karışma hakkınız yok çünkü onunla
iletişime geçerken zaten bunu kabul etmiş olursunuz. Karşılıklı iletişim de doğru bakış açısı olduğu gibi kabullenmeyi ve hoşgörüyü benimsemek doğru yaklaşımdır. Değilse herkes yalnız başına kalmalıdır.
Erkekler kendilerini savunamayacak kadar küçük durumlara düşebilir. Bir dönem biscolata denen fitne türedi. Reklamlarında baklava diye tabir ettiğimiz kaslı yakışıklı boylu endamlı adamları gösterdiler bizlere. Özgüvenini muhtemelen soysal medyada kazanmış fenomen hesap sahibi kızımız çıktı dedi ki baklavasız adam mı olur? Arkasındaki yüzün kim olduğunu bile belli olmayan bu hesap hayatlarında halı saha dışında sporla ilgisi olmayan canlıları yaş dinlemeden sorgusuz sualsiz baklavasız erkek olmaz önermesini kabul ettirerek kendilerini spor salonlarına atmalarına sebebiyet verdi. Bu söylem sonrası, erkeklerin geçirdiği travma sosyolojik gözlem konusu. Allah’a çok şükür ülkemizde ki şişirilmiş herküllerin sayısı giderek artmakta. Zaten önemli olanda bu değil mi? Neden yapıldığının önemi yok kimse için yapılsın yeterli..İstediğini tek bir tweetle yaptırma yetisinde üstünlük kadının.
Şişirilmiş Herkül tanımlaması da boşuna değil. Bir başka kadının “sen o kısacık boyunla üçgen peynir gibi olmuşsun” sözüyle kendini hunharca yemeğe vuranlar da şahitlik ettik toplumca. Kasların protein eksikliğinden değil de belki muhtemelen ileride iç Anadolu kalçalı diye tabir ettiğimiz sarkık bir vücuttan çıkarak erimesi ayrı bir ironi. İki sözüyle gömen kadınlar iki sözle gömülen erkekler. Bakın sağlık için değil, giydiği yakışsın ya da sadece ben istedim diyerek değil de varlığı bile belli olmayan bir kadının sözü üzerine yapılması eleştirdiğim nokta. Aşağı yukarı bir başka benzer süreç sakalsız erkek mi olur sözünden sonra yaşanmıştı. Bu yazıyı okuyan kadınlardan rica ediyorum, karşınızdaki varlık ağzınızdan çıkan söze uymakta tereddüt etmeyecek kadar saf bunu kullanmayın. Tayt giymeyen erkek mi olur denmesinden korkuyorum. Sonuç mu kadınlar hanesine bir çentik daha.
*Sürüncemede kalan bir başka kavram maçoluk. "Maço erkek olur mu?" denildi. Bakıldı ki erkek orantıyı sağlayamıyor modern olacak diye cool olacak diye özünden kayan erkeklerin artışından kadınlar yine memnun kalmadı ve değişikliğe gidildi.Ilımlı maçoluk kavramı geliştirildi ve "kıskanmayan erkekten hayır gelmez" denilerek yeni bir çözüm getirildi. Kimlik kargaşasına düşen erkekler yine yenildi. Çözüm üretmede kadınlara bir çentik daha.
*Evlilik aşamasında erkeğe çektirilen eziyetleri bu yollardan geçenlerimiz gayet net bildikleri için yaralarını deşmek istemem. Kısaca eziyet ve isteklerini yerine getirtme de kadınlara bir çentik daha.
*Kadın ile erkek arasındaki en büyük üstünlüklerden biri de özellikle ülkemizde geçerli olan bir analiz sonucu bayanların sektörel iş bulabilmesi için işi bilemesine gerek yok bayan olması yeterli.İş dünyasındaki başarılarından ötürü kadınlara bir çentik daha.
Listeyi maalesef daha da uzatabiliriz ama daha fazla karamsarlığa girmeden toparlamak da fayda var.
Erkekler kendilerini savunamayacak kadar küçük durumlara düşebilir. Bir dönem biscolata denen fitne türedi. Reklamlarında baklava diye tabir ettiğimiz kaslı yakışıklı boylu endamlı adamları gösterdiler bizlere. Özgüvenini muhtemelen soysal medyada kazanmış fenomen hesap sahibi kızımız çıktı dedi ki baklavasız adam mı olur? Arkasındaki yüzün kim olduğunu bile belli olmayan bu hesap hayatlarında halı saha dışında sporla ilgisi olmayan canlıları yaş dinlemeden sorgusuz sualsiz baklavasız erkek olmaz önermesini kabul ettirerek kendilerini spor salonlarına atmalarına sebebiyet verdi. Bu söylem sonrası, erkeklerin geçirdiği travma sosyolojik gözlem konusu. Allah’a çok şükür ülkemizde ki şişirilmiş herküllerin sayısı giderek artmakta. Zaten önemli olanda bu değil mi? Neden yapıldığının önemi yok kimse için yapılsın yeterli..İstediğini tek bir tweetle yaptırma yetisinde üstünlük kadının.
Şişirilmiş Herkül tanımlaması da boşuna değil. Bir başka kadının “sen o kısacık boyunla üçgen peynir gibi olmuşsun” sözüyle kendini hunharca yemeğe vuranlar da şahitlik ettik toplumca. Kasların protein eksikliğinden değil de belki muhtemelen ileride iç Anadolu kalçalı diye tabir ettiğimiz sarkık bir vücuttan çıkarak erimesi ayrı bir ironi. İki sözüyle gömen kadınlar iki sözle gömülen erkekler. Bakın sağlık için değil, giydiği yakışsın ya da sadece ben istedim diyerek değil de varlığı bile belli olmayan bir kadının sözü üzerine yapılması eleştirdiğim nokta. Aşağı yukarı bir başka benzer süreç sakalsız erkek mi olur sözünden sonra yaşanmıştı. Bu yazıyı okuyan kadınlardan rica ediyorum, karşınızdaki varlık ağzınızdan çıkan söze uymakta tereddüt etmeyecek kadar saf bunu kullanmayın. Tayt giymeyen erkek mi olur denmesinden korkuyorum. Sonuç mu kadınlar hanesine bir çentik daha.
*Sürüncemede kalan bir başka kavram maçoluk. "Maço erkek olur mu?" denildi. Bakıldı ki erkek orantıyı sağlayamıyor modern olacak diye cool olacak diye özünden kayan erkeklerin artışından kadınlar yine memnun kalmadı ve değişikliğe gidildi.Ilımlı maçoluk kavramı geliştirildi ve "kıskanmayan erkekten hayır gelmez" denilerek yeni bir çözüm getirildi. Kimlik kargaşasına düşen erkekler yine yenildi. Çözüm üretmede kadınlara bir çentik daha.
*Evlilik aşamasında erkeğe çektirilen eziyetleri bu yollardan geçenlerimiz gayet net bildikleri için yaralarını deşmek istemem. Kısaca eziyet ve isteklerini yerine getirtme de kadınlara bir çentik daha.
*Kadın ile erkek arasındaki en büyük üstünlüklerden biri de özellikle ülkemizde geçerli olan bir analiz sonucu bayanların sektörel iş bulabilmesi için işi bilemesine gerek yok bayan olması yeterli.İş dünyasındaki başarılarından ötürü kadınlara bir çentik daha.
Listeyi maalesef daha da uzatabiliriz ama daha fazla karamsarlığa girmeden toparlamak da fayda var.
*Kadınlara dur diyecek bir güç yok mu? Var. Evet evet var. Doğada hiçbir gücün kontrolsüz olmadığı gibi kadının gücünün de bir freni var. Yalnız bu gücün adı baş edemediğin an kadına saldırmak şiddet göstermek, elde edemediğinde iftira atmak karalamak, toplum için de taciz etmek zaaflarından faydalanmaya çalışmak değil. Bu gücün bu frenin adı Adamlar. Adamlar sayısı yıldan yıla hızla erimekte ve nesilleri tükenmektedir. Adamlar kadınların kodlarının asla tamamını olmasa da önemli bölümünü çözmüş kişilerdir. Onlar kadınları nerede dinlemeyip nerede dinlemeyeceklerini bilip kontrolü elinde tutanlardır. Kadınların güçleri bilinmeli, fikirlerine mutlaka önem verilmeli, ilgi ve dinleme kısımları asla atlanmamalı. Ama kuklaları da olunmamalı. İşte bunun ayrımını yapan kesimde yer alır adamlar. Yukarıda bahsettiğim ikiye ayrılan grupta dünyaya bir kez gelecek ve ölecek.Fikirleri önemseyin, ama hayatınızın kontrolünü elinizde tutun.
Peki ben bu işin neresindeyim J
Bu satırları bugün bu bloğa yazıyorsam, "yazmak istiyorum ne diyorsun?" dediğimde "yazmalısın" diyen kadının sayesindedir. Fikri ve desteği için teşekkürler.
Sadık
Çağatay
“YILBAŞINDA NE YAPIYORSUN?”
Aralık ayının yirminci gününden sonra en sık alacağınız sorudur bu. “Yılbaşında ne yapıyorsun?” Herkesin bu soruya verdiği farklı farklı cevaplar vardır mutlaka. Benim de elbette. Aslında asıl sorulması gereken soru şu “neden yılbaşında bir şey yapmalıyım?”. Yılbaşı dediğimiz olay nedir? Yılbaşını, Batı’nın Noel’ini ve Türkiye’de yılbaşı kutlamalarını ayrı ayrı ele alalım.
Teknik olarak yılbaşı yılbaşı, herhangi bir takvime göre içinde bulunulan yılın bitimi ve yeni yılın başlangıcı. Dünyada en yaygın kullanılan takvim olan Gregoryen takvimini kullanan ülkelerde 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan gece yılbaşı gecesi veya yılbaşı akşamı olarak adlandırılır.
Batı’nın Noel’i yani kendi inançlarınca her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlandığı Hıristiyan bayramı. Teknik olarak bakıldığında bunun bizim coğrafyamızla bir ilgisi yok. Kendi içlerinde tatiller, kutlamalar onların kendi adetleri.
Bir de Türkiye’de yılbaşı. Bir lafımız var “Karga, kekliğe özenmiş; becerememiş; kendi yürüyüşünü de unutmuş” derler. Günümüz Türk toplumunun bence tartışmasız en güzel benzetmesi. Kendi özü Doğu ile her daim kendinden çok geri kalmış, son düzlükte ise rehavet ile gerisinde kaldığı Batı arasında sıkışmış bir toplumsal yapı. Bakıldığında özünde yılbaşı olayı olmayan bir millet yılbaşını kendisininmiş gibi sahiplenip “ kukuletasız çıkmam abi” modunda gezmeye başlamıştır. Her yıl özellikle kapitalist tuzağı AVM’ler, genelde elitlerin takıldığı halkın ise yanında geçmeye çekindiği caddeler ve bazı batı özentisi belediyelerin çeşit çeşit motiflerle ışıklandırdığı caddeler, mekanlar “kraldan önce kralcılığımızın” geldiği son noktadır.
Yaklaşık 10 senedir kimlik kargaşasına kendisini kaptırmış Türk toplumunun gençliğinin popüler sorusu da bu etkinlikler altında Yılbaşında ne yapıyorsun olmuştur? Bu o kadar gereksiz, o kadar lüzumsuz ve o kadar sorulmak için sorulmuş bir sorudur ki soran da cevaplayan da bu gereksiz vakit kaybını maalesef yaşamaktadır. Elbette herkesin kendine özgü ve farklı cevapları olduğu gibi benim de bu soruyla ilgili burada ifade etmek istemediğim cevaplarım bulunmaktadır.
Özellikle sosyal medyanın gelişmesi ve her yaptığımızı paylaşma hastalığımızın olduğu süreçte bazı paylaşımlar beni özellikle güldürmektedir. Bunlardan birkaç tanesini örneklemem gerekirse “Bu yılbaşın da home party” etiketinin altında cips, cappy ve votka şişelerini görürsünüz. Durumun vehametini anlamanız için detay veriyorum. Çünkü bu arkadaş her yılbaşını Paris ya da Milano da geçirdiği için bu yılbaşında home party demiştir. Evini ağaçla süsleyen, günler öncesinden ne yapacağız, ne yapmalıyız diye derin derin inleyen daha da kötüsü o güne özel kırmızı bir dondan medet uman bir nesil.

İşin hulasası milletçe kendimizi kandırmayı seviyoruz. Çalıyorlar ama çalışıyorlar, iyi top oynuyoruz ama hakemler bizi doğruyor, biz Noel’i değil yılbaşını kutluyoruz, dondan medet ummuyor donu seviyoruz gibi. Kabul edelim bu sene Perşembe gecesine denk gelecek yılbaşı günü hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Aynı boktan dünyada sadece bizim için kıymetli olan sevdiklerimizi görüp saçma koşuşturmalara devam edeceğiz. Perşembe neyse Cuma’da öle olacak. Tarihte 2016 yazıp biraz daha yaşlanmışız diyeceğiz. Manuel tarih atanlar bir süre 2015 alışkanlığından şikayet edip sövecek ve bir süre sonra yenisine alışıp alıştığına sövecek. Hayatında hiçbir şeyin değişmediğini gördüğünde komple yeni yıla sövecek. İki gün sonra söveceği bir olgu için bilinçsizce hazırlanmak neden?
Batı’nın Noel’i yani kendi inançlarınca her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlandığı Hıristiyan bayramı. Teknik olarak bakıldığında bunun bizim coğrafyamızla bir ilgisi yok. Kendi içlerinde tatiller, kutlamalar onların kendi adetleri.
Bir de Türkiye’de yılbaşı. Bir lafımız var “Karga, kekliğe özenmiş; becerememiş; kendi yürüyüşünü de unutmuş” derler. Günümüz Türk toplumunun bence tartışmasız en güzel benzetmesi. Kendi özü Doğu ile her daim kendinden çok geri kalmış, son düzlükte ise rehavet ile gerisinde kaldığı Batı arasında sıkışmış bir toplumsal yapı. Bakıldığında özünde yılbaşı olayı olmayan bir millet yılbaşını kendisininmiş gibi sahiplenip “ kukuletasız çıkmam abi” modunda gezmeye başlamıştır. Her yıl özellikle kapitalist tuzağı AVM’ler, genelde elitlerin takıldığı halkın ise yanında geçmeye çekindiği caddeler ve bazı batı özentisi belediyelerin çeşit çeşit motiflerle ışıklandırdığı caddeler, mekanlar “kraldan önce kralcılığımızın” geldiği son noktadır.
Yaklaşık 10 senedir kimlik kargaşasına kendisini kaptırmış Türk toplumunun gençliğinin popüler sorusu da bu etkinlikler altında Yılbaşında ne yapıyorsun olmuştur? Bu o kadar gereksiz, o kadar lüzumsuz ve o kadar sorulmak için sorulmuş bir sorudur ki soran da cevaplayan da bu gereksiz vakit kaybını maalesef yaşamaktadır. Elbette herkesin kendine özgü ve farklı cevapları olduğu gibi benim de bu soruyla ilgili burada ifade etmek istemediğim cevaplarım bulunmaktadır.
Özellikle sosyal medyanın gelişmesi ve her yaptığımızı paylaşma hastalığımızın olduğu süreçte bazı paylaşımlar beni özellikle güldürmektedir. Bunlardan birkaç tanesini örneklemem gerekirse “Bu yılbaşın da home party” etiketinin altında cips, cappy ve votka şişelerini görürsünüz. Durumun vehametini anlamanız için detay veriyorum. Çünkü bu arkadaş her yılbaşını Paris ya da Milano da geçirdiği için bu yılbaşında home party demiştir. Evini ağaçla süsleyen, günler öncesinden ne yapacağız, ne yapmalıyız diye derin derin inleyen daha da kötüsü o güne özel kırmızı bir dondan medet uman bir nesil.

İşin hulasası milletçe kendimizi kandırmayı seviyoruz. Çalıyorlar ama çalışıyorlar, iyi top oynuyoruz ama hakemler bizi doğruyor, biz Noel’i değil yılbaşını kutluyoruz, dondan medet ummuyor donu seviyoruz gibi. Kabul edelim bu sene Perşembe gecesine denk gelecek yılbaşı günü hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Aynı boktan dünyada sadece bizim için kıymetli olan sevdiklerimizi görüp saçma koşuşturmalara devam edeceğiz. Perşembe neyse Cuma’da öle olacak. Tarihte 2016 yazıp biraz daha yaşlanmışız diyeceğiz. Manuel tarih atanlar bir süre 2015 alışkanlığından şikayet edip sövecek ve bir süre sonra yenisine alışıp alıştığına sövecek. Hayatında hiçbir şeyin değişmediğini gördüğünde komple yeni yıla sövecek. İki gün sonra söveceği bir olgu için bilinçsizce hazırlanmak neden?
İlla bir şey kutlamak istiyorsak samimi olalım. Her gün yanı başımızda gözünü açanların kıymetlerini bilelim o zaman her gün yılbaşı olur, her gün bayram.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)